Episodes

  • kumsal bardak erik
    Jun 23 2024

    Gözlerimi açtığımda araba taşlı yollardan zorlana zorlana gidiyordu. Gözlerimi ufka diktiğimde kumsala yanaşmakta olduğumuzu gördüm. Denizi ve altın rengi kumları gördüğümde heyecanlandığımı itiraf etmeliyim. Uzunca zamandır bunun hayalini kuruyordum. Biraz olsun dinlenmek ve yüklerimi birer birer suyun derinliklerine doğru bırakmak harika olacaktı.Yavaş yavaş kıyıya doğru yaklaştık. Biz yaklaştıkça kalbim daha hızlı atmaya başladı. Derken kenara doğru yanaştık, hızımızı iyice kestik ve en sonunda durduk. Arabadaki kimseyi beklemeden kapıyı açtığım gibi koşmaya başladım. Önce terliklerim, sonra şortum, en sonunda da tişörtüm bedenimi terk etti. Artık tamamen özgür olduğumu hissedince kendimi suya bıraktım. Ayaklarımdan başlayan ıslaklık hissi tüm vücudumu sarıncaya kadar koştum. En sonunda kafamı suyun içine gömüp 5 saniyeliğine sessizliğin tadını çıkardım. Kim ne derse desin su dünyanın en rahatlatıcı maddesiydi.


    Yıllardır görmediğim arkadaşımla buluşmuşçasına hoplayıp zıpladıktan sonra yorulduğumu fark edip sudan çıkmaya karar verdim. Kumsala doğru döndüğümde ise hiç kimsenin olmadığını fark ettim. Ne arabada benimle gelen ailem, ne gereksiz sesler çıkaran çocuklar, ne de instagram için bol bol fotoğraf çekinen insanlar vardı. Kafam karışık bir şekilde kumda yürümeye başladım.


    Bir şeyler bulma ümidiyle etrafa bakınırken en köşede bulunan ufak bir vitamin bar dikkatimi çekti. Bara yaklaştıkça masanın üzerinde kocaman bir bardak gördüm. Üzerinde “Beni iç!” yazan bardağın içinde mavi renkli bir sıvı vardı. Denemekten bir şey kaybetmeyeceğime karar verdikten sonra bardağı dudaklarıma götürüp içeceği yudum yudum içmeye başladım. Önce tatlı gelen fakat daha sonra boğazımı yakan bu mavi içecek birkaç saniye sonra başımı döndürmeye başlamıştı. Kendime gelmek için önce kumların üzerine oturdum. Daha sonra da gücümü topladığıma inanıp yürümeye başladım. Olabildiğince büyük nefesler alarak havayı ciğerlerime doldurdum. Yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra gözüme beyaz bir şey ilişmeye başladı. Ne olduğunu çok idrak edemedim önce. Daha net görebilmek için koşar adımlarla beyaz şeye doğru yürümeye başladım. Yeterince yakınlaştığıma karar verince birkaç tahmin daha yürüttüm kafamdan. Ve en sonunda karşımda mini bir buzdolabı olduğunu anladım. Kablosu herhangi bir yere bağlı olmayan otel tipi bu küçük buzdolabı bir kumsalın tam ortasındaydı. Kapağını açınca içinde çikolatalar, çilekler ve daha birkaç güzel atıştırmalık olduğunu görüp sevindim. Ama içlerinde özellikle koca bir kase erik dikkatimi çekti. Üç parmak büyüklüğünde olan ve üzerinde “Beni ye!” yazan bir kart eriklerin tam üzerinde duruyordu. Bugün kaybedecek bir şeyi olmadığını anlayan ben, karttaki emre itaat ederek kaseyi önce dolaptan çıkardım ve içinden en büyük eriği alıp yemeye başladım. Beklediğimden daha ekşi olan erik, yüzümü ekşitmişti.


    Elimde bir kase dolusu erikle yürürken serin esen rüzgar bedenimi iyice gevşetmişti. Nedense uzunca süre yürümeye devam ettim. Fakat sonra bir anda yürümek için hiçbir sebebimin olmadığına karar verdim. Ve en yakınımdaki şezlonga uzandım. Göbeğimde duran kasenin verdiği soğukluk daha da uykumu getirmişti. 1 saniyeliğine gözlerimi kapayınca kendimi boşluğa bırakmıştım sanki. Ama derin bir sarsıntı beni uykumdan uyandırmıştı. Gözlerimi açtığımda arabanın rahatsız koltuğunda buldum kendimi. Her şeyden bihaber ailem bir yandan sohbet edip bir yandan bir şeyler yiyorlardı. Hemen sağımda bulunan camdan dışarı baktığımda o kocaman mavi tabela gözüme çarpmıştı: “Kars”. Yazıyı okur okumaz hayal kırıklığı her bir zerreme yayılmıştı. Hatta “Keşke okumayı bilmeseydim” diye bile düşündüm bir anlığına. İşte benim gerçekliğim buydu. Ama Freud’a hak vermek lazım. Rüyalar gerçekten de arzularımızın bir yansıması sanırım.

    Show More Show Less
    5 mins
  • kumsal bardak erik
    Jun 23 2024

    Stüdyonun kapısında uzaklara daldım. Stüdyo dediysek bir oda, bilgisayar ve mikrofon. Sabah olsun da buraya gelip kayıt alanları dinleyeyim diye dua ederdim. Paramı biriktiriyorum çünkü ekipmanlar pahalı alamıyorum. Kayıt parası da yok. Yüzden fazla lirik var defterimde. Evde kimse yokken utanarak okuyorum hayatımı anlattığım basit lirikleri. İnternetten bulduğum bedava altyapılara okuyorum ve telefondan kayıt alıyorum. Geçen hafta biriyle tanıştım. En beğendiğim liriğin kaydını dinlettim. Benim telefonumu aldı ama hala aramadı.



    Çok beğendiğini yüzündeki şaşkınlıktan anlamıştım. Hayatımın bu döneminde bazen haftada 2 lirik yazıyordum. Hip hop diyorlarmış ben rap diyorum buna. Rüyalar Anlatır Planlarımı albümümden yola çıkarak bu müzik türüne RAP dedim. Arkadaşlarım genellikle bana inanmayıp fikirlerimle dalga geçerlerdi. Onların yaptığı müzik özgün değildi. Düşük bel pantolon ve gözlükle etiketlenen bir müzikti. Bense duygularımı öylesine bir ahenkle anlatıyordum ki dinleyenler hem kendini şarkının içinde buluyordu hem de ritmine kapılıyordu.


    Sonunda bir telefon geldi, kayıt stüdyosunda tanıştığım adam beni aradı ve bir demo çekmek istediğini söyledi. Bu konuşma sırasında kasada para ödeme sırasındaydım, aldıklarımı bıraktım ve koşmaya başladım. Koştum, koştum ve kumsala kadar. Lirikler ve ritimlerim içimde çalmaya başladı. O gece sabaha kadar denizde serbest RAP yaptım, bunu da ben buldum evet. Müzik açıp o an aklınıza gelen ve duygularınızı anlatan hikayelerin rapiydi ya da bir kelimeden hikaye üretiyordunuz örneğin erik. Rüyalar Anlatır Planlarımı! Ne mistik bir müzik türüydü bu. Milyonlarca insanın peşinden gideceği bir akımın ilk demosunu çekeceğimden habersiz uyuyakaldım sahilde. Sabah kırık bir bardağın üzerinde uyandım, kendime gelene kadar çıtır çıtır altımdaydı. Geç kalmıştım hemen kalkıp demo için hazırlanmam gerekiyordu.


    Demo bittiğinde, kayıt stüdyosunda dinleyen herkesin elleri başında şaşkınca baktığını gördüm. Çıktım odadan, yürüdüm yapımcıya doğru ve herkes bana bakıyordu. Bu ne dedi bana, bu RAP dedim.



    Şimdi doksan yaşındayım,

    Siz beni tanımazsınız ama RAPin babasıyım,

    Sadece yazdıklarımdan tanıyın,

    Sahte gülüşlerimiz olur biz genelde kaybederiz.

    Show More Show Less
    4 mins
  • bilgisayar sirk gözlük
    Jun 6 2024
    Elya, gözlerini açtığında elleri kolları yatağına bağlanmış halde buldu kendini. Ne olduğunu anlamak için önce bedenini sıkıca sarmış kalın iplere, daha sonra da odaya göz atmaya başladı. Garip bir şeyler hissetti. Buraya ne zaman gelmişti? Nasıl yatağa bağlanmıştı? Bu oda neden bu kadar donuk ve cansız duruyordu? Kafasında bin bir türlü soru vardı. Fakat tek bildiği şey buradan kurtulması gerektiğiydi. Elleriyle etrafı olabildiğince yoklamaya başladı. Derken parmağının ucunda sivri bir şey hissetti. Ne olduğunu bulmak için çarşafın altını eşelemeye başladı. Sonunda küçük bir jilet parçasını eline alabilmişti. Ufak ve sakin hareketlerle elinde ipi kesmeye başladı. 2 dk sonra amacına ulaşmıştı. Ellerindeki ipi çözünce yatakta yavaşça doğruldu ve ayaklarındaki ipleri de kesmeye başladı. Birkaç dakika sonra özgürdü artık. Yataktan kalktı ve odanın içinde dolanmaya başladı. Klozet kapağının üstündeki örgü sepeti, yerdeki halıları, kapının üstündeki “hoş geldin” yazısını, masadaki kitapları… Hepsini teker teker inceledi. Ama özellikle kitaplar dikkatini çekmişti. Hele bir tanesi vardı ki… Kırmızı ve siyah renkteki kapağında değişik değişik motifler yer alıyordu. Hatta bir motifi çadıra, birini de file benzettiğine emindi neredeyse. Kitabı eline alıp karıştırmaya başladı. İlk sayfada yazanları okuyunca tüyleri ürperdi: “yüksek çıksın sesin, sarsın her yeri nefesin, bu sözcükleri okuyan, farklı alemleri gezsin”. Son kelimeyi okur okumaz tüm vücudunu bir titreme aldı. Etrafında gördüğü her şey birbirine karışmaya başlamıştı. Öylesine bulanıklaşmıştı ki görüntüler, bir yerden sonra karıncalanan bir televizyonun içine düşmüştü adeta. Etrafında duyduğu ve kendisini de hareket etmeye zorlayan kuvvete zor bela karşı koyabiliyordu. Ayaklarını yere daha sağlam basmaya çalıştı. Artık buna dayanamayacağını düşünüp yere çömeldi, dizlerini karnına kadar çekti ve başını dizlerinin üzerine koydu. Uğultulu sesler birbirine karışmaya başlamıştı. Bir anda tüm sesler kesildi ve ortamı sessizlik bürüdü. Gözleri kapalı olmasına rağmen ışık huzmelerinin bedenine çarptığını hissedebiliyordu. En sonunda cesaretini topladı, başını kaldırdı ve gözlerini açtı. Gözlerini tüm kuvvetiyle yalayan ışık birkaç saniyeliğine canını acıtmıştı. Fakat en sonunda alışmaya başladı. Gözleri bu yeni dünyaya alışınca etrafını incelemeye başladı. Dümdüz bir arazinin ortasındaydı. Yemyeşil çimler önünde serilmiş reverans yapıyordu. Bu yeşilliği bozan tek şey ise tam ortada duran kırmızı çadırdı. Çadır bir yerlerden tanıdık gelmişti. Ona doğru yürürken içini tarifi zor bir heyecan kaplamıştı. Çadırın önüne geldi, derin bir nefes aldı ve perdeyi kaldırıp içeri girdi. Buranın bir sirk olduğu aşikardı! Kocaman bir sahne, sahnenin ortasında bir fil ve eğitmeni, etrafı sarmış tribünler, heyecanla haykıran kalabalık bir seyirci topluluğu… Hemen kendine bir koltuk bulup oturdu ve gösteriyi izlemeye başladı. Sahibinin komutlarını takip eden fil oradan oraya hareket ediyor, bazen bir ayağını kaldırıyor, bazen de hortumuyla türlü numaralar yapıyordu. Bu gösteri seyirciyi eğlendiriyor olacak ki hep bir ağızdan anlamsız ama heyecan duyduklarını belirten sesler çıkarıyorlardı. Gösterinin büyüsüne kendini kaptıran Elya, saatlerce o koltukta oturmuştu sanki. Zaman algısını iyiden iyiye yitirmişti ki sanki hipnotize olmuştu ve hiçbir şey düşünemiyordu. Zihninde tek bir düşünce tanesi bile yer almıyordu artık. O kadar boşalmıştı ki kafasının içi, neyi neden yaptığının farkında bile değildi. Bir anda ayağa kalktı Elya, sahneye doğru yürümeye başladı ve filin tam önünde durdu. Artık kalabalık fili değil de onu izliyordu. Kafasının içi hala bir teneke kadar boş olan Elya’nın gözüne yerdeki kılıç ilişti. Kılıcı eline alıp file doğru savurmaya başladı. İşin garip yanı fil bundan hiç de rahatsız değildi. Çok normal bir durummuş gibi o da hortumunu savurmaya başladı. Ve bir anda ikisi dövüşmeye başladılar. Kılıcını oradan oraya savuran Elya, fil karşısında çaresizce durmaya çalışıyordu. Ama artık bu saçma dövüşün bitmesi gerekiyordu. Son bir hareketle fil, Elya’yı hortumuyla kavradı. Hareket edemeyen ve hatta nefes bile alamayan Elya, çaresizce homurdandı. Nerede olduğunu ve ne yaptığını henüz algılayabilen Elya, filin hortumundan kurtulmaya ne kadar çalıştıysa da bir türlü beceremedi. Fil artık bu durumdan sıkılmış olacak ki etrafında birkaç kez döndükten sonra yeteri kadar kuvveti topladığını düşündü ve Elya’yı havaya doğru savurdu. Filin hortumundan kurtulan Elya, kendini bir anda ...
    Show More Show Less
    7 mins
  • bilgisayar sirk gözlük
    Jun 6 2024

    Ben size rehber olarak gönderildim..., dedi. Derin bir sessizlik olmuştu ve artık birisinin bu sessizliği bozması gerekiyordu. Derin bir sessizliğin ardından, gözlük şöyle dedi: soru soralım.


    Bütün gün başında bekleyip ondan daha fazla cümle duymak için beklediler. Korkuyla heyecanın birbirine karıştığı bir akşam olmuştu.


    Artık dağılmaları gerekiyordu ve bunu asla istemiyorlardı. Herkes gelecek bir sonraki mesajı beklerken gözlerini bir dakika bile ayırmadan ona bakıyorlardı.


    Fakat geçen süre sonunda vazgeçip dağıldılar. Bu dört arkadaşın hikayesi bin sene sonra bile hatırlanacaktı.


    Bugün brezilyada hava çok güzel..., dedi. Hemen bu bilgiyi teyit etmeleri gerekiyordu. Heyecanla bunu nasıl teyit edeceklerini sorguladılar. Yaklaşık 12 saat sonra konuşmuştu rehberleri. Hemen brezilyalı arkadaşlarına posta yolladılar.


    Yaklaşık 10 dakika sonra, haftasonu sirk kuruluyor, gitmeyin! dedi. Birbirlerine baktılar ve evet içlerinden bir tanesi sirk için bilet almıştı.


    Yıl 3923, bu dört genç dünyanın yok olup yeniden kurulmasından sonra bir sabah odalarının ortasında bu küçük bilgisayarı buldular. Bilgisayarı çalıştırdıklarında bir ekran açıldı ve Uyanış! yazdı.


    Yaklaşık 1 saat sonra da ilk mesaj ekranda belirdi. Evet, elektrik yok, internet yok! Yeni dünyada bütün düzen sıfırdan kurulurken kimsenin geçmiş hakkında bilgisi yok!


    Fakat bu bilgisayar, geçmişsen geleceğe yollanan bir rehberdi... Yeni bir düzen kurulması için üstün teknolojiyle geliştirilmiş ve gelecekte olacaklar görülmüştü.


    Bakalım 4 gencin hikayesinde bir sonraki perde de bizi neler bekliyor?

    Show More Show Less
    2 mins
  • kapı cam zeytin
    May 28 2024

    Seylokis, zeytin ağaçlarının arasında gezinirken bir kere daha ne kadar mutlu olduğunu hatırladı. Akdenizin öyle bir havası vardı ki, arabesk bir yaşam bu topraklarda asla barınamazdı. Derken dalların arasında bir şeyin kıpırdadığını duydu. Tüyleri hafifçe ürperten o yere biraz daha yaklaşınca üstü insan, belden aşağısı keçi bir yaratığın olduğunu gördü. Dehşet dolu gözlerle sessizce yaratığı seyretmeye başladı. Tekinsiz hissettiren bu macera aynı zamanda tarifsiz bir keyif de yaşatıyordu ona.

    Yarısı keçi olan bu yaratığın bir şeyler mırıldandığını duydu. Duymasına duyuyordu ama bir türlü ne dediğini tam kavrayamıyordu. Sözleri anlamlandırmak için beynini daha da zorlarken bir anda yaratığın önünde bir kapı belirdi. Yaratık kapıya doğru birkaç adım atarak gözden kayboldu. Seylokis birkaç saniye daha bekledikten sonra kapının hala açık olduğunu görünce düşünmeden öne doğru atladı ve kapıdan içeri girdi.

    Birkaç saniye içinde beyninden tonlarca düşünce geçmişti. Ne yapıyordu? Niye böyle saçma bir şey yapmıştı? Onu ne bekliyordu? Sessiz sedasız ölüp gidecek miydi yoksa?

    Sadece birkaç saniye içinde beynin kemiren bu soruların altında ezilmek üzereydi ki kendini bir anda tekrardan ormanda buldu. Ne olduğunu anlamak için biraz yürüyünce bir tepeye vardı. Tepenin ardında gördükleri onu şok etmişti. Küçük evler, Pazar yerleri, kolezyumlar, beyaz kıyafetlere bürünmüş görece ilkel insanlar… Bu gördüklerinin tek bir anlamı olabilirdi: Her nasıl olduysa Antik Yunan dönemine gelmişti.

    Geri gidip kapıya ulaşmak ve ait olduğu zamana dönmek istedi. Ama geldiği yere gidince artık ne bir kapı vardı ne de o keçi ayaklı yaratık. Başka çare yok diyerekten tepenin ardında gördüğü yere doğru yürümeye başladı. En sonunda şehir merkezine vardığında insanların arasından geçerek tüm sokakları dolaşmaya başladı. Kendini aşmış olmanın ve sınırlarını zorlamanın verdiği o tatlı keyif bünyesinde yabancı olduğu bir mutluluk hissini canlandırmıştı.


    Bu mutluluğu hissettikçe daha da çok motive oldu ve tüm dükkanları dolaşmaya başladı. Birkaç baharatçı, kumaşçı ve dericiyi gezdikten sonra en sonunda aynalarla dolu bir dükkana girdi. Dükkanın en ucuna doğru sakin adımlarla yürüdü. En sonunda devasa bir aynanın önünde durup kendini izlemeye başladı. O kapıdan girmeden önceki haliyle şimdiki arasında anlaşılması zor bir fark vardı. Artık sanki bambaşka biri olmuştu. Daha cesur, daha atılgan, daha bilge, daha mutlu… Bu düşüncelerin içinde kendini yavaş yavaş kaybederken aynadaki yansımasına daha çok daldı. O kadar dalmıştı ki görüntüler birbirine geçmeye, silikleşmeye ve en sonunda kaybolmaya başladı. Gözünün önünü karanlık bürüdü ve en sonunda tok bir sesin şu sözlerini duydu: Artık uyanabilirsin.


    Gözlerini beyaz renklerin hakim olduğu bir ofisin divanında açtı. Önce ne olduğunu anlamaya çalışır gibi ellerine baktı. Vücuduna dokundu ve kendi gerçekliğinden emin oldu. Sonra da yanı başındaki sakallı adama baktı. “Geçmiş olsun. Yine çok verimli bir seanstı. Her seferinde bilinçdışını bana daha da çok açıyorsun” dedi adam. Birkaç saniye daha olanlar üzerinde düşünen Sedef, en sonunda buraya geliş amacını hatırladı: Travması olan pek çok normal insan gibi geçmişinin yükünden kurtulmak için hipnoz seanslarına katılmaya karar vermişti. Az önce gördüğü düşle birlikte dördüncü seansını tamamlamıştı. Yavaşça yerinden kalktı. Cüzdanından parayı hızlıca çıkarıp psikoloğa uzattı. Psikoloğun “Haftaya tekrar görüşürüz.” sözlerine kayıtsız kalarak kapıdan çıktı. Bu akşam yatağında uzun uzun düşünebileceği bir anı geride bırakıp gerçek hayatına dönmek için yola koyuldu.

    Show More Show Less
    5 mins
  • kapı cam zeytin
    Apr 10 2024

    Terkedilmiş duygularımızın ıssız bir sokakta tek başına yürürken bu şehire çöken sisin verdiği iç ürperten gecesi. Söyleyecek kelime bulamıyorum. Bardaklar doluyor, dolular boşalıyor. Geçen hafta psikologa başladım. Sosyal hizmet veren bir yardım kuruluşundan. Benim hayatımın dörtte üçü kıskanarak geçti. Özlem mi demek daha doğru bilemedim. Asgari ücret alıyorum. Mezun olduktan sonra iş bulamadım. Herkes beni suçlarken, ben kendimi öldürüyordum. İçim içimi yedi, yedi ve sonunda kocaman bir boşluk kaldı. Sadece çalışan ve karnını doyuran bir et parçasıyım artık. Kapıların arkasında konuşulan onlarca yalan ve kapılar çarpılırken kırılan pencere camları. Penceremin camlarını kıralı uzun süre oldu. Parçaları dağıldı bütün içime.


    Psikolog çok konuşkan biri değil. Genelde dinliyor. Bense tavanı izliyorum. İzledikçe daha da boşluğa batıyorum. Battıkça siliniyor anılarım. Okurken utana sıkıla yediğim zeytin ezmesi, içimde büyüttüğüm çocukluğum...


    Pek umudu olmayan insanlar, genelde sessizleşir. Vazgeçmiştir artık anlatmaktan kendini. Geceleri uyumak için yatar, uyanmak için değil. Psikologum artık gelme dedi. Evimde ölmeyi bekleyecekmişim. Tedaviye yanıt vermeyen bir verem hastası gibi, evin içindeki sessizlik. Ben bu hayata geldim, işte gidiyorum. Yaşamak diyebilmek için yaşıyorum. Silinecek bütün anılarım ve toprak yutacak hemen. Beni tanıyan son kişi de unutunca, kaybolup gideceğim.


    Bir çiçek açtı toprağımda,

    Sessizce büyüdü, susuz ve güneşsiz,

    Bir çocuk büyüdü,

    Kırılan kalbiyle,

    Issız sokaklarında şehrimin,

    Bir çocuk öldü,

    Umuduyla gömdük,

    Bir çiçek açtı toprağında...

    Show More Show Less
    3 mins
  • vitamin kaktüs ihale
    Mar 16 2024

    Kırmızı kerpiç bir evde doğmuştum. Evimiz günden güne zamana yenik düşüp yerin yarım metre altına gömülmüştü. Sekiz yaşında çekilmiş siyah beyaz fotoğrafımda herkesin yüzünde yaşayacaklarından habersiz bir gülümseme vardı. Mahallenin kahvesi evimize çok yakındı. Sandalyemin ayağını yaptırmak için 4 saat yürüdüğüm günü düşününce, kahvede gündelik meseleleri konuşmak için beş dakika yürümek keyif veriyordu. Sabahları taze sütümüz gelirdi valide hanımın kaynattığı sütün kokusuna uyanır sonra saatin kaç olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Yenilerde türeyen bir iş kolu vardı. İnşaat yapıp insanlara satmakla ilgili. Hemen hemen her köy evinde tartışmalar yükselirdi sebebi belli olan tartışmalar. Baba ocağını satıp kat karşılığı almak...


    İç sıkıntılarım bu yazın ortasında başladı. Artık huzurumuz kalmamıştı. Vitamin takviyesine başlamıştım. Kimsenin para kazanmak hırsı yokken birden bire herkes zengin olmanın peşine düşmüştü. Adeta bir yarış başlamıştı. Artık kahvede konuşamıyorduk. Sanki günden güne ruhumuzun zenginliklerinin silinip kaybolduğunu izliyorduk. Eskiden olan eskide kalmıştı. Sıkıntılarımla baş başa kalmıştım. Yeni çağ diyorlardı adına da. Ben nedense ayak uyduramamıştım. Vücudum tedaviye yanıt vermiyordu. Hani herkesin içinde olan o yetmişlerde yaşamak hayalinin ucundan tutmuştum. O beni çektikçe ben daha da gömülüyordum. Buhranlarım rüyaları, rüyalarım da hayalleri takip ediyordu.


    Bir Nisan sabahı büyük bir çığlıkla uyandım. Dışarıdan gelen bir yardım çağrısı gibi. Hafif yağmur atıyordu. Kalktım hemen fırladım tabii. Meraklı gözlerle evin meydanına bakıyordum. Kimse yoktu. Kafamı kaşıyarak yürüdüm acaba çığlık benim içimde miydi? Bu çığlıkları üç güne bir duymaya başlamıştım. Mahallede bir market açılacaktı. Herkes çok heycanlıydı. Üstelik köyün ilk ihalesiyle. Artık sütü istediğimiz vakit hazır alacakmışız. Market açıldı, sütçü dayının işleri kesildi. Sütçü dayı başka köye taşınmıştı. Artık sabahları uyandığımda pişmiş süt kokusunun yerini yokluk almıştı.


    Sabahları erken uyanıp yürüyüşe çıkıyordum. Bir sabah yürürken derenin kenarında oturmuş birini gördüm. Uzaktan tanımaya çalıştım ama yok, olmadı. Yanına giderken onun beni farketmediğini gördüm. Adeta dalmış, uzaklarda kaybolmuştu. 2 metre kadar yaklaşında birden düşmeye başladım. Düşerken dünyanın kabuğu kırılmış ve bir tünel açılmıştı.


    Tünelden düşerken sanki her bir karesi çizilmiş ve arka arkaya oynatılıp film yapılmış gibi, tünelin yüzeyinde yaşanan son yıllar vardı. Eskiye özlemimiz neden hiç bitmez? Uyan artık. Alış artık. Toparlan. Aniden irkildim ve rüyamdan uyandım. Tam odanın ortasında bir kaktüs duruyordu. Acaba hala rüyadamıydım? Kaktüs dikenlerini dökmeye başladı. Ani bir sarsılmayla kendimi iç sıkıntılarımın başladığı yazın ortasında bir sandalyede yerdeki karıncaları izlerken buldum...

    Show More Show Less
    4 mins
  • vitamin kaktüs ihale
    Mar 16 2024

    Sabah plazanın kapısına geldiğimde duraksayıp etrafıma bakmaya başladım. İleri geri yürüyordum. Sanırım o kapıdan girmeyi hiç istemiyordum. Ama yetişkinler dünyasını bilirsiniz, isteyip istememek bir mesele olmamalı, sadece o şeyi yapmalısınız. Derken bir anda eşikten geçerken buldum kendimi. Artık en zor adımı atmıştım. Hızlıca asansörlere yürüdüm ve 25’e tıkladım. Zamanın durduğu bu kısa yolculuk nihayet bitmişti. Kapı açıldı ve kendimi ofiste buldum. Herkes bir koşturmaca halindeydi.


    Şirketin tüm gerginliği o koridorlardan geçen insanların yüzünde yankılanıyordu. Daha fazla bu manzaraya şahit olmamak için koşar adımlarla büyük toplantı odasına girdim. Koltukların çoğu çoktan dolmuştu. Herkesin gözlerinde sinsi bir bakış vardı. En karizmatik halimi takınarak koltuğuma oturdum ve beklemeye başladım. Bugün bu masada büyük bir ihale yapılacaktı. İhale’nin asıl meselesi de kaktüstü. Evet, yanlış duymadınız, kaktüs! 4 ay sonra gerçekleşecek bir moda defilesinin süslemesinde kullanılacak kaktüsleri hangi firmanın sağlayacağı da büyük bir merak konusuydu. 30-40 yaşlarında 22 insanın bugün burada olmasının sebebi de buydu. Fakat hiçbirinin bizim karşımızda şansı olmadığını bilmiyorlardı. Bunun sebebi ise yıllardır herkesten sır gibi sakladığımız özel vitaminimizdi.


    Yaklaşık 5 sene önceki Asya ziyaretimde bir şamanla tanışmıştım. Tibet’in dik yamaçlarındaki bir kulübede yaşayan bu şaman, 102 yaşında olmasına rağmen en fazla 40 gösteriyordu. Namı dilden dile dolaşan bu şamanla tanışmaya gittiğimde gözlerime inanamadım. Kısa süre içinde, içtiği sıvı bir vitaminin bu durumun sebebi olduğunu anladım ve bunu benimle paylaşmasını istedim. Kapitalist sistemden bihaber olan bu şaman bana seve seve yardım etti. Ben de Türkiye’ye geri dönünce hemen çalışmalara başlayıp bu vitamini çoğaltma işlemlerine giriştim. O sıralar bunu nasıl paraya dökebilirim diye düşünürken aklıma bitki işine girmek geldi. Çünkü bu vitamin canlı cansız her şeyi sihirli şekilde iyileştiriyor ve göz alıcı hale getiriyordu. Evet, kozmetik sektörünü de düşündüm. Ama tüm kadınlar çok genç ve güzel olsa dünya çekilmez bir yer olmaz mıydı? Bu kötülüğü yapamazdım.


    Kısa süre içinde namımız duyuldu ve herkes bitkilerimizi konuşmaya başladı. Özellikle dillere destan kaktüslerimiz. İşte bugün de burada olmamın sebebi bu. Eğer bu ihaleyi de kaparsam artık sarsılmaz bir imparatorluğum olacaktı. Tüm dünyaya adımı duyuracak ve devler liginin başını çekecektim.

    Düşünceler silsilesi içindeyken elinde bir şişe tutan keskin bakışlı, uzun boylu bir adam girdi içeri.


    Gözlerini bana dikti ve “Bunu açıklamak ister misiniz?” dedi. Daha ne olduğunu anlamadan 2 siyahi ve 3 beyaz polis içeri girdi, yanıma geldi ve ellerini omuzlarımın üstüne koydu. Karşımdaki uzun boylu adam “Hanımefendi yasadışı bu maddeyi kullanarak ticarette kullanmaktan tutuklusunuz. Söylediğiniz her şey aleyhinize delil olarak kullanılacaktır.” Dedi ve yanımdaki polisler kollarımdan tutarak beni kaldırdılar. Şaşkın bakışlarla odadan çıktım. Koridorda yürürken neler yaşadığımı bir kere daha düşündüm. Sanırım kapitalizmi anlamayan o şaman değildi, bendim.

    Show More Show Less
    4 mins